Kişiyi; zihni, bedeni, duygusal ve toplumsal olarak şekillendiren; ona belli amaçlara yönelik olarak yeni yetenek ve davranışlar kazandıran eğitimin büyük bir kısmı teşkilatlanmış ve düzenlenmiş okullarda öğretmen tarafından gerçekleştirilir. Eğitim ve onu bireye kazandıran öğretim, milletlerin varlıklarını sürdürmelerinin olmazsa olmazıdır. O nedenle tarih mezarlığına gömülmemek için devletler, bu hayati konuyu birinci öncelikli olarak ele alır, varlığını ve devamlılığı sağlayacak düzenleme ve çalışmalar yapar.

Cumhuriyetin ilk yıllarında 8 Eylül 1924 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar eğitim ve öğretimin genel amaçlarını sıralarken okulların milli esaslara dayalı olarak yapılanmasını istemektedir. Okullarda ilim ve okuma zevki aşılanması, okulların öğrencilere vicdan, fikir hürriyeti, bilinçli sorumluluk telkin etmesini genelge olarak yayınlayan Milli Eğitim Bakanlığı, öğretimin uygulamalı hale getirilmesini ister. Yine bu çerçevede yayınlanan genelge ile okulların toplumun ve ailenin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurur bir biçimde düzenlenmesini ister. 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimdeki dağınıklık giderilmiş, eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplanmış bu çerçevede medreseler kaldırılmıştır. Kadınların da en az erkekler kadar eğitimden yararlanmasının önü açılmış, “kimseye haksızlık yapmayan, haksızlıklara da duyarsız kalmayıp tepki gösteren insan tipi” hedeflenmiştir. Dikkat ederseniz bundan yaklaşık yüz yıl öncesinden bahsediyorum. Dünya milletlerinin eğitim ve öğretiminin henüz emekleme çağında olduğu bir zaman diliminden...

Şüphesiz ki köprülerin altından çok sular aktı. Bazı milletler, eğitim sayesinde dev adımlarla ilerlerken biz, Türk milleti olarak maalesef yüz yıl sonra hâlâ eğitimi tartışıyoruz. Hâlâ çıkış yolu arıyoruz, hâlâ siyasi mülahazalarla günü birlik politikalarla eğitim ve öğretime şekil ve yön vermeye çalışıyoruz. Ve elbette bu ülkeye ve bu ülkenin çocuklarına yazık ediyoruz. Hâlâ havanda su dövüyor bir ileri iki geri, yaz- boz tahtasına çevirdiğimiz eğitim ve öğretimle oynuyoruz. Bakın, son yirmi yıl içerisinde; Erkan Mumcu, Nimet Baş, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz, Ziya Selçuk, Mahmut Özer ve Halen görevde olan Yusuf Tekin... 22 yıl içerisinde kaç bakan değiştirmişiz?  Peki, bu bakanların kaçı eğitimin içinden geliyor? Bakanlar elbette değişecek. Doğal olmayan, yanlış olan suya sabuna dokunmayan Ziya Selçuk’u bir yana bırakırsanız eğitimi kökenli bakan yok. Milli Eğitim Bakanlığına atanan bakanların eğitimci olmaması bir büyük hata. Atanan her bakanının eğitimi düzelteceğim diye sil baştan Milli Eğitim Bakanlığının görev ve anlayış, işleyişinin değiştirilmesi ise vahim. Yahu arkadaş, devlette devamlılık esastır! Her gelen bakan milli eğitime kafasına göre ayar vermeye çalışırsa işin içerisinden çıkılmaz. Yapmayın, etmeyin beyler! Bir ülkenin varlığı ve geleceği bu kadar ucuz değildir. Aklınızı başınıza devşirin. Eğitimin vebali büyük, alanı dinamiktir. Sürekli tekâmül gerektirir, yazboz tahtası olmayı hele de geriye dönüşü hiç mi hiç kaldıramaz. Eğitim hizmetlerinde devamlılık esastır.

1739 sayılı Temel Eğitim Kanunu Türk Milli Eğitim sisteminin ana hatlarını gayet açık, net bir şekilde çizmiştir. Size düşen gerçek anlamda insanımızı yetiştirmeyi amaçlayan bu kanuna uymak, uygulamak ve geliştirmek olmalıdır. Bakın, ne diyor 1739 Sayılı kanun ilk maddesi: “Türk milletinin bütün fertlerini;  millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren yurttaşlar olarak yetiştirmek…” Başka ne diyor? “Ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek… Peki, bu kanunun 2. Maddesi ne diyor? “Türk milletinin bütün fertlerini;  beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek…” Ya üçüncü madde? Onu da söyleyelim. “Türk milletinin bütün fertlerini yani geleceğimizi kucaklayacak olan gençlerimizin, evlatlarımızın “ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır.” Böylece, bir yandan Türk vatandaşları ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artacak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmamız gerçekleşecek, öte yandan Türk Milleti; çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapılacaktır.

Şimdi söyleyin bakalım biz bu kanunun neresindeyiz? Size sesleniyorum ey aklı evveller! Bırakın turfa müneccim gibi gökte yıldız aramayı da önünüzde anlamakta zorlandığınız, uygulamakta güçlük çektiğiniz kanuna bakın.