Filistin’de aylardır yaşanan zulüm, sadece oradaki halkın değil dünyadaki vicdan sahiplerinin de canına tak ettirdi. Herkesin sorduğu soru aynı; bu acı ne zaman sona erecek, bu zulüm ne zaman bitecek?

Mesnevi’nin ikinci cildinde yer alan bir hikâyeyi aktarmak istiyorum:

Cömertliği ile tanınmış, bir şeyh vardı. O yüzden hep borçlu idi. Büyüklerden, zenginlerden on binlerce para borç alır, dünyadaki fakirlere, yoksullara harcardı. Borç para ile bir de tekke yaptırmış, canı da malı da Allah yolunda harcıyordu.

Şeyhin ömrünün sonuna geldi, bedeninde ölüm belirtileri görüldü. Alacaklıları telaşla onun etrafında toplanıp durdular. Şeyh ise adeta bir mum gibi yanıp yakılmakta, eriyip gitmekte idi. Alacaklıların para almaktan ümidi kesildiği için suratları asıktı. Gönüllerindeki para derdi de arttıkça artıyordu.

Şeyh kendi kendine; “Şu kötü zanlara kapılanlara bak. Benim borcumu ödemek için Allah’ın dört-yüz dinar altını yok mudur?” diyordu. Bu sırada helva satan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle dışarıda: – Helva! diye bağırdı.

Şeyh hizmetçisine gizlice: – Dışarı çık da helvanın hepsini satın al, diye işaret etti.

Alacaklılar o helvayı yerler de bir süre olsun bana acı acı bakmazlar, diye düşündü. Hizmetçi helvanın hepsini satın almak için hemen dışarı çıktı. Çocuğa:

– Helvanın hepsi kaça? diye sordu. Çocuk: – Bir dinar, diye cevap verdi.

Hizmetçi: -Dervişlerden fazla kâr isteme, sana yarım dinar vereceğim. Artık başka söz söyleme.

Hizmetçi, helvayı kabı ile beraber getirip şeyhin önüne koydu. Şeyh alacaklılara:

– Buyurun. Bu helvayı afiyetle yiyin, helal olsun, dedi. Kap boşalınca, çocuk kabını aldı ve şeyhe: – Efendim, şimdi benim dinarımı verin, dedi.

Şeyh: – Ben parayı nerden bulup vereyim. Ben borçlu bir kişiyim ve borçlu olarak ahiret yolcusuyum. Çocuk, bu cevap üzerine kızdı, kabı yere vurdu. Ağlayıp bağırmaya başladı. Aldatıldığı için hıçkıra hıçkıra ağlıyor:

-Keşke iki ayağım kırılsaydı da şu tekkenin yanından geçmeseydim, diyordu.

Çocuğun feryadı yüzünden orada ne kadar adam varsa hepsi geldiler, çocuğun başında toplandılar. Helvacı çocuk şeyhin önüne gelerek:

– Ey taş yürekli şeyh! Şunu bil ki senin yüzünden ustam beni döve döve öldürür. Onun yanına eli boş dönersem beni mahveder. Vicdanın buna razı olur mu?

Alacaklılar da bu kötü işi görüp şeyhe dönerek: – Bu ne rezalet, yaptığını beğeniyor musun? Bizim malımızı yedin. Bu yetmiyormuş gibi çocuğun da hakkını yedin! derler.

O çocuk ikindi vaktine kadar ağladı. Şeyh gözlerini kapamış, ona hiç bakmıyordu. Bu cefaya, bu haksızlığa aldırış etmiyordu. Çocuğa verilecek para oradakilerden toplansa, herkese birkaç akçe düşerdi. Fakat şeyh manevî tasarrufuyla oradakilerin bu cömertliğini engelliyordu. Çünkü şeyh, kimsenin çocuğa bir şeyi vermemesini arzu etmişti.

İkindi vakti gelince hizmetçi, cömert birisinin gönderdiği tabağı getirdi. Hem mal hem hâl sahibi biri, şeyhin sıkıntısını duymuş, ona armağan göndermişti. Gelen tabağın bir kenarında dört yüz dinar vardı. Bir kenarında da bir kâğıda sarılmış yarım dinar bulunuyordu.

Hizmetçi geldi, şeyhin huzurunda eğildi. Ve tabağı önüne koydu. Tabağın üstündeki örtü kaldırılınca halk şeyhin kerametini gördü.

– Ey şahların şahı! Bu nedir, ne hâldir? Bu ne sultanlıktır. Biz senin büyüklüğünü bilemedik. Saçma sapan sözler söyledik. Şeyh:

– Bütün o sözleri size helâl ettim. Helâl olsun. Bu yaptığımın sırrı şudur: Borcumun ödenmesini Allah’tan istemiştim. O da bana bu hususta doğru yolu gösterdi. O yarım dinar pek az bir paraydı, ama onun ele geçmesi çocuğun ağlamasına bağlı idi. Helvacı çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi köpürmeyecek, sizin de borcunuz ödenmeyecekti. Bunun için helvayı aldım, çocuğu ağlattım.

Allah Teala birisini ağlatırsa rahmeti coşar, ağlayan da ni­mete nail olur!

Aynı bu hikayedeki gibi Doğu Türkistan ve Gazze’deki çocuklar, masum kadın ve erkekler başta olmak üzere dünyadaki tüm mazlumların feryadı öyle arttı ki bu acı feryatlar Allah’ın lütfunu erkene çekecek, gazabının zalimin üstüne yağmasını da hızlandıracak ve şiddetlendirecektir. Zulmün arttığı yere Allah’ın gazabı erken gelir.

Allah’ın izniyle çok yakın bir zaman İsrail’in ve yancılarının başlarına yağacak belaları seyre koyulacağız. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğullarına, üçüncü kez bozgunculuk yapmaları durumunda başlarına insanları musallat etmek yerine intikam alıcı olarak bizzat kendisinin müdahale edeceğini söylüyor. İlk bozgunculuk yaptıklarında Yahudilere, Babil Kralı Nebukadnezar’ı musallat ederek cezalandırmıştı. Bu Yahudilerin, Kudüs’ten ilk çıkarılmalarıydı. İkinci bozgunculuklarında ise Romalıları musallat ediyor ve öyle bir kılıçtan geçiriliyorlar ki tüm Yahudiler, dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalıyorlar. Son yüz yıldır süren ve 7 Ekim’de nirvanaya ulaşan bu son bozgunculukları ise üçüncüsüdür. Yani bu kez katil ve lanetli kavim olan İsrailoğullarının hakkından gelecek olan Allah’ın kendisi olacak.

Peki, Allah neden hemen cezalandırmıyor? Çünkü masumun ecrini, zalimin ise cezasının şiddetini arttırmak için mühlet tanıyor. Zulüm ile şehit olanlar, kurtuldular. Zalimin cezası ise hem bu dünyada hem de Allah katında sonsuz azaptır. İşkence ederek cana kıyanlar, hafif bir ceza ile vebalden kurtulamazlar.

Önceki yazımda bahsetmiştim ya, ilahi plan devreye girdi. Gazze’de olanlar kıyameti tetikledi.

Neydi Allah’ın vaadi? Taşlar, ağaçlar bile dile gelecek ve arkasında saklanan Yahudi’yi haber verecek. Bu bir metafor olabilir ancak manası açıktır: Taşları bile çatlatacak türden bir zulüm yaşanacak, Allah’ın gazabı ve yardımı ondan sonra gelecek.

Çok yakında İsrail ve destekçilerinin başına büyük belalar, felaketler gelecek. Hayrete düşeceğimiz olaylar yaşanacak. Hiçbir Yahudi, dünyanın hiçbir ülkesinde, şehrinde barınamayacak hale gelecek. Bu, antisemitik bir arzu değil, İsrail rejimi ve destekleyicilerinin yaptığı vahşiliklerin bedeli olacak. Büyük ihtimalle bir kısmına şahit olacağız zira başladı. İsrail’in yıkılışı ise Müslümanların eliyle olacak ancak ‘gerçek’ Müslümanlardan oluşacak bir ordu ile gerçekleşecek. Sadece sözde Müslüman olanlar, bu müjdeden faydalanamayacaklar.

Biliyorsunuz, Filistin bölgesi Mehdi (a.s.)’ı görecek. Ardından İsa (a.s.), bugün İsrail’in Müslümanları sokmadığı Mescid-i Aksa’da, Kudüs’te namaz kıldıracak. Bugün izin verilmeyen o namazların intikamını alacaklar. Bunlar siyasi beklentiler değil, Allah’ın vaatleridir ve iman edenler şüpheye düşmezler.

İçim çok rahat çünkü Hz. Ali şöyle der: “Mazlumun, zalimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden çok daha çetin olacaktır.”

İsrail ve yancıları, yakın bir tarihte bu tehditlerden nasibi alacaklar. Biz de bu müjdelere layık insan olmaya gayret ederek biiznillah rahmetten nasiplenebiliriz. En önemli kısım da burası aslında, en büyük imtihan buna şahit olanların eylemleridir. Müslüman aleminin üzerinde çok ağır bir sorumluluk var ve maalesef zulme müdahale etmeyerek İsrail ve ABD kadar onlar da suçlu konumdalar. Zulüm ile şehit edilen bebekler, çocuklar, kadın ve erkekler, Allah katında çok büyük mükafatlarla karşılanacaklar ve yaşadıkları acıları hatırlamadan, ebediyen mutlu olacaklar. Eminim şu an o şehitlerle iletişime geçebilsek yaşadıklarından dolayı hiçbir üzüntü duymadıklarını, ne kadar huzurlu olduklarını dinlerdik. Zira tüm dünyanın görüp görebileceği en şerefli şekilde yaşadılar, iman etmek nedir, Müslüman nasıl olunur tüm dünyaya gösterdiler.

Peki, bu zulme sebep olanlar veya buna müdahale etmeyenlerin hali ne olacak? Bence düşünmemiz ve korkmamız gereken tek husus budur. Açıkçası ben şehit edilenlerden çok hiçbir şey yapmayan sözde Müslüman alemine acıyorum. Allah, her birimizi sadece kendisinden korkan kullarından eylesin.